İdea Yayınevi / Olgular ve Kavramlar / Tarih Kavramı
 
 
Bu çözümlemeler dizisinde kullanılan yöntem olguları kavramları ile tanımlamak, onları kendi mantıkları içinde, kendilerinde oldukları gibi çözümlemektir. Dünya çoğu kez onu görmeyi istediğimiz gibi değildir. Çoğu kez olgulara, görüngülere yüklediğimiz kavramlar onları olduklarından başka şeylere çevirir. Ama olguların şu ya da bu bakış açısına göreli olmayan gerçeklikleri vardır, onları yapan bireylerin olduğu gibi onları gözleyen bireylerin de dolaysız bakış açılarının ötesinde yatan saltık, nesnel anlam ve önemleri vardır. Dünyayı ussallığı içinde ancak usal bakış açısı anlayabilir. Us insanın dünyayı anlamasını, ve onu tam ve doğru olarak anlamasını, onu gerçekte olduğu gibi anlamasını olanaklı sayar. Ve tarihte bilinçli olmak, yaşamda ne yaptığını ve ne olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilmek söz konusu olduğunda, varoluşçu mızmızlığın üstünde ve ötesinde, herşey gelip insanın kendini ve dünyasını bilmesine dayanır. Ve bu bilgi ve duygu ve duyarlık eyleminin kendisi herşeyi İDEA ve İDEALLER karşısında ölçmeye, tüm olguları kavramları yoluyla anlamaya dayanır. Eğer gerçeği kavramayı istemiyorsak, böyle bir saçmalık yoktur ve herşey görelidir diyorsak, kuşkucu moronluğa sarılmada diretiyorsak, o zaman görüngüyü — bütün bir tarihi — kendimiz için dilediğimiz gibi biçimlendirebiliriz. O zaman BİLGİden söz etmenin bir gereği kalmaz. Gerçekliğin yerine öznel önyargıyı geçirdiğimiz zaman, türeden, özgürlükten, insan olmanın değerinden ve onurundan söz etmenin kendisi saçmalaşır. Olgu Kavramsız olarak görüldüğünde salt belirlenimsiz bir kendinde-Şey, bir soyutlama, bir hiçliktir.
Böyle kavramsal çözümleme çabaları yoluyla ilkin yalnızca olguları daha iyi anlamayı, üzerlerine daha iyi düşünmeyi umabiliriz. Bilgilenme bir süreçtir, bilincin gerçekliğe doğru sürekli değişimi, eğitimidir. Bir kavramın gerçek yerini saptadığımız zaman, bilinç dizgemiz bundan böyle olduğu gibi kalmaz, kazandığı yeniliğe bağlı olarak değişmeye, bütününde yeniden kurulmaya başlar. Bu yalnızca bireysel bilincin değil ama bütününde bilincin değişim ve eğitim yoludur. Her tarihsel bilinç biçimi yalnızca kendi özel ilkesi çevresinde kurulan geçici bir dizgedir, ve önemi ve değeri yalnızca ve yalnızca bütünü oluşturan süreklideki bir evre olup olmadığına bağlıdır. BÜTÜN aynı zamanda tüm bu evrimin, gelişmenin, İLERLEMEnin kendisi uğruna yer aldığı ve yalnızca onu saklayan EREKtir. Yalnızca bütün olan, yalnızca ereğine dek gelişmiş us gerçekliktir. Ve bu GERÇEKLİK üzerinde hepimizin anlaşabileceği biricik idealdir. Gerçeklik Usun kendisine ve böylece dünyasına vereceği biçimdir. Ama Gerçeklik dosdoğru cebe indirilebilecek hazır, verili birşey değildir. Usun bilgi üreten, insana bilmenin onurunu, değerini, özgürlüğünü kazandıran TANITLAYICI emeğini gerektirir. Yanlışı yaşamayı seçemeyiz. Tıpkı Gerçekliğin İyi ve Güzel de olacağından kuşku duyamayacak olmamız gibi. İnsan doğasını gerçekleştirmenin istenebilir birşey olmadığını, gelişmenin, özgürlüğün vargısının korkunç birşey olacağını kabul edemeyiz. Kuşkuculuğu doğrulamayı, içimizdeki insanı yalnız bir bencillik içine gömmeyi başaramayız. Ancak Gerçeklik, ancak Us bizleri özgür, eşit ve kardeş yapar, çünkü biricik özdeş, ortak, evrensel doğamızdır. Eğer insanın dünyasını özgür duyuncu ve istenci ile belirlediğini kabul ediyorsak, dünyanın özbilinçsiz insanlık tarafından daha iyi yapılabileceği gibi bir yanılgıyı anlamamız bile olanaksızlaşır. Ve bu bize gelecek için komplolar tasarlamak yerine, şimdiyi insan değerleri ile karşılaştırma içinde ölçmenin en etkili, en doğru, en gerçek eylemi sağlayacak biricik geçerli yol ve yordam olduğunu gösterir: Anlama biricik gerçek eylemdir çünkü istencin kendisidir.
Tarih Kavramı
Ereksiz dünya
saçmadır — tam olarak varoluşçu usdışının dilediği gibi.

— Gelecek Şimdiyi belirler mi?
— Var olmayan var olanı?
— Salt bir ideal olan reel olanı?

— Salt bir Erek olan şimdide olan üzerinde etkide bulunabilir mi?
— Duyusal olarak, ya da görgül olarak, ya da özdeksel olarak varolmayanın gücü duyusal vb. olarak varolanı ortadan kaldırmaya, başka birşey yapmaya yeter mi?

Tümünün de yanıtının olumlu olduğunu biliriz: Salt ideal olan, salt bir gizillik ya da kendinde olan varoluşta olanı, reel olanı kökünden söküp atar, kendisi yine aynı yazgıya uğramak üzere edimselleşip onun yerini alır. — İnsan varoluşu başından sona dek ereksel değil midir? Yoksa dürtüsel, düzeneksel midir?

İstencin belirlenimi dışsal nedenselliğe meydan okumak, doğanın kör zorunluğunu yenmektir. İstenç Özgürlüktür, öyle ki özgür olmayan İstenç bir İstenç değildir.

Özgürlük Zorunluktan güçlüdür. Ve İstenç tüm varoluşu kendi ussal tözü ile uyum içinde belirleyinceye dek, tüm başkalığı baştan sona kendi terimlerine çevirinceye ve böylece sonsuzluğunu, başkasında bir son ile, bir sınır değil ama kendini bulduğunu tanıtlayıncaya ve bu karşıtların birliğini elde edinceye dek devimini durdurmaz.

Değişim, Gelişim
ve Diyalektik
‘Gelişim’ bir Ereğe doğru değişimdir. Sürekliliği varsayar: Varolanın kendini olumsuzlaması, böylece karşıtının yine onun kendisinden doğması, ve böylece bu kendi karşıtında yalnızca kendinin saklanışıdır. Birşeyin ‘değişmesinin’ olanağı o şeyin kendinde kendi başkası olmasını gerektirirken, ‘gelişim’ kavramı da benzer olarak kendinde varolanın, gizil olarak varolanın kendini edimselleştirmesi, kendini gün ışığına çıkarmasıdır. Ancak gelişebilecek olan, ancak kendinde kendi başkasını kapsayan ve onunla bir olan gelişebilir.

Tarihin bir süreklilik olması herşeyden önce bir gelişimler dizisi olması anlamına gelir. Kimi kültürler öylesine sağlamlaşır ve katılaşır ki, kendilerini değişime, gelişime karşı bütünüyle yalıtmış görünürler. Değişimleri kendi diyalektikleri yoluyla değil ama ancak dışarıdan dürtü yoluyla, belki de zorbalık olarak yaşayabilecekleri süreçler yoluyla olur. Ancak değişebilen kültürler tarihsel anlam ve önem taşırlar. Çünkü insan özünün tüm gizilliğinin kendini aşamalı olarak görüngüye çıkarmasına izin verirler. Katılaşmış, değişime izin vermeyen kültürler tarihsel değildirler çünkü tarih olmazlar.

Dünya-Tini terimi tüm ulusal, etnik, kültürel vb. ayrımların üzerinde olan insanlığın bütününü anlatır ve gelişiminde hiçbir önderliğe, hiçbir programa, hiçbir komploya gereksinmez, çünkü gelişiminin güdüsü, enerjisi ve ereği kendi gizilliğinden başka birşey değildir.

Erek
ve
Anlam
Tarih bir gelişimdir. Ve ereksiz gelişim saçmadır, usdışıdır, anlaşılmazdır. Olmayandır. Eğer Tarih Gelişim değilse ya da bir Ereği yoksa, eğer Duyuncun ve İstencin büyümelerini, tam gelişimlerini hedefleyen bir süreç değilse, eğer insanları Özgürlükte soluk alan bir dünyaya götürmüyorsa ve eğer onu bu kendi Özgürlük ereğine biz ulaştıramıyorsak, o zaman anlamsızdır. Böyle Tarih olmasa da olur, ve insan varoluşunun saçmalığına tanıklık eden rasgele bir magazin arşivinden, olaylara ve olgulara yalnızca kendi öznel önyargılarını yansıtan kişisel yorumlardan daha öte bir değeri yoktur. Çöpe atılmayı hak eder. Evrenin bir köşesinde kendilerini unutmuş yaratıkların kör döğüşünden daha anlamlı birşey olduğu, bir kötülük gösterisi olduğu bile söylenemez. Bir ölüm içgüdüsünün, bir nefret ilkesinin denetimi altında olduğunda diretmek bile saçmalaşır. Bir aptallık öyküsü olur.
  Görgücü bir tinsellik, görülürün, tutulurun, tadılırın vb. ötesine yükselemeyen inanç, DUYUSAL GERÇEKLİK. Bu tin düşüncenin arılığına, evrenselin akışkanlığına, kuramsal düşünceye ulaşamaz. Özgürce düşünemez. Duyusala takılan düşünce kavramın eytişimini değil ama ancak TASARIMLARIN ÇAĞRIŞIMINI, ancak dışsal bağıntıyı izleyebilir. Böyle görgül yöntem için örneğin nedensellik salt bir çağrışım sorunudur, geometrik nokta tebeşirin izidir, cismin genleşmesi ile birlikte uzay da genleşir, ve zaman başlar ve evren sonludur. Salt duyusal bilginin kabalığına bağlı kalmada direttikleri içindir ki mantıksal pozitivizm, bilimsel görgücülük, fizikselcilik vb. gibi adlarla ortaya çıkan hantal yöntemler bilimi reddetmek zorunda kalırlar, yanlışlanabilirlik, doğrulanabilirlik vb. gibi ölçütlerde kavramın yargısının üzerine yükselebildikleri sanısına kapılırlar.

Soyuta yeteneksiz olan, ‘Bir’i düşüncenin ve duygunun tinsel Birliği olarak yaşamayan böyle duyusal inanç toplumsal varoluşun başka kurumlarına, bütün bir politik, bilimsel, sanatsal yapıya da ilgisiz olamaz. Tersine, gerçekliği — görgül ve dolayısıyla kuşkulu bile olsa — dünyasal varoluşun tüm boyutlarını kendine altgüdümlü kılması anlamına gelir. Düşünceye bu kapalılıkta hiçbir gelişme, ilerleme, büyüme yer almaz. Orada kişi bir ve aynı ırmağa dilediği denli çok girebilir.

Bu tin çevresine inaklardan bir gelenek ağı örer. Eskimez. Tarih olmaz.

Yap ve Tap

1000 Işık Tapınağında yapımı 1880’lerde başlayan ‘Oturan Budha’ya (15m) tapınanlar, Singapur.
Bu inanç dinsel bir karakter taşımaz. Bir Tanrı kavramından yoksundur. Yontu bir insanı, Gautama Buddha'yı temsil ve eğer bir simge olarak değil ama Buddha'nın kendisi ile özdeş olarak görülürse, Buddha taş, tahta, metal gibi nesnelerden oluşan özdeksel bir Tanrı olarak görülebilir. Burada bir inanç özlemi, bir Tanrı özlemi, bir saltık değer ve anlam özlemi vardır, ama henüz dinsel inancın gerektirdiği tinselliğin bir belirtisi yoktur.

 

Yap ve Tap

Kuzey Koreliler Kim Il-Sung (solda) ve Kim Jong Il'in heykellerine boyun eğiyorlar.

 
Tarih Kavramı
Tarihi Anlama Denemeleri

Tarihsel Özdekçi bakış açısına göre, Tarih sınıf kavgalarının tarihidir.

Bir başka bakış açısına göre, Tarih üzerine geleneksel ‘paradigma’ Tarihin özsel olarak politika ile ilgili olmasıdır.

Bir başkasına göre Tarih ‘Büyük İnsanlar’ tarafından belirlenen bir ‘anlatı’dır.

Ya da, tarihçi de bir insan olduğuna göre, anlattığı olaylar yığınına önyargıları ile, eğilimleri ile kendisi de katılmaksızın yapamaz. Tarih bir sanı olur. Özel bir tarihsel belirlenimsizcilik ilkesi konutlanır. Bu yöntem bir Nazi tarafından, Heidegger tarafından da savunulan yöntemdir ve ırkçı tarih kuramcılığı için daha uygunu olamaz.

Ama Tarih böyle aptalca birşey olamaz. Eğer Tarihin onu bir Tarih yapan, onu bir ilerleme, bir gelişme, bir süreç yapan bir Ereği varsa ve bu Evrensel İnsanlık için, Ben olan Biz için ve Biz olan Ben için bu yeryüzünde, bu evrende Özgürlük ise, eğer insanlık doğal ilkelliğinin üstesinden gelerek tinsel büyümeye belirlenmişse, o zaman Tarihin kendisi yaşanmaya değer olur, anlamlı olur. Ve anlaşılır olur.

O zaman ussallığın kendisinden başka birşey olmayan bu Erek uğruna varolmak daha şimdiden Özgürlüğü yaşamak olur. Ve o zaman varoluşumuz kötü bir sonsuzluğu yitirdiği için yas tutan aptal nihilistin kuramları ile tam karşıtlık içinde, Değerin kendisi, Anlamın kendisi olur.

Gerçeklik anlaşılabilendir, bilinendir. Usdışı olan değil ama ussal olan anlaşılabilendir, bilinendir. Örneğin ‘nedensiz etkiyi’ ya da ‘etkisiz nedeni’ anlayamayız, bilemeyiz, ve bu görgücü, bu göreci, bu pozitivist soyutlamalara varolmanın değerini yükleyemeyiz. Yalnızca nedenin ve etkinin birliklerine, bu karşıtların ayrılmaz birliğine varlık, anlam, ve bilinebilirin değerini yükleyebiliriz.

Örneğin çekmesiz itmeyi, ya da itmesiz çekmeyi anlayamayız, kavrayamayız, bilemeyiz. Anlayabileceğimiz tek şey özdeğin çekmenin ve itmenin birliği olabileceği, gerçekliğinin yalnızca çekme ya da yalnızca itme değil ama bu iki karşıt kıpının birlikleri olabileceğidir. Ussal olan, bilinebilir olan, ve var olan şey birer soyutlama olarak uzay, zaman, özdek ve kuvvet kavramları değil ama yalnızca bu kavramların somut birliktelikleridir.

Yalnızca ve yalnızca ussal olan varolandır. Saçma olan varolamaz. Usdışı olan — örneğin ereksiz ilerleme, örneğin kuramsız kılgı, örneğin belirlenimsiz özgürlük — yalnızca kuruntudur, ayrılamaz olanı ayrıştıran analitik kuşkucu için ve yalnızca onun bilincinde vardır, bir hiçlik ya da yokluktur. Saçmalıktır. Ussal olan — örneğin kuramın ve kılgının birliği, örneğin neden ve etkinin birliği, örneğin yasa ve özgürlüğün birliği — varolandır, edimsel olandır, ve anlaşılır olandır. Kuramsal olanı kılgısal olandan, eylemde, edimde, edimsellikte olandan ayıramayız.

İnsan eylemi söz konusu olduğunda, törellik söz konusu olduğunda, yalnızca özgür eylem gerçek eylemdir, ve bilgisiz eylemin saçmalık olması gibi eylemsiz bilgi de saçmalıktır, bir kuruntudur.

Törel gerçekliğin anlaşılmasıyla, insanın duyuncunun büyümesiyle özgürlük dünyası da büyür, ve insan dünyası bir parça daha Kavramına yaklaşır.

Usun duyunçtan ve istençten ve bilgiden oluşan eylemi yitici değildir. Tarihte, insan varoluşunun gerçek kuruluşunda kalıcı olan yalnızca ve yalnızca odur çünkü değişimin kendisine katılır, ilerlemede kendini yoketmez ama tersine saklar, onun tözünü oluşturur.

İlerlemenin hedefinin kendinde Usun kendi için özbilinçli Usa gelişmesi olduğu düzeye dek, ve gelişmenin Usun tüm dünyaya kendi şeklini vermesi olduğu düzeye dek, Tarihte yalnızca ussal olanın yeri vardır, bu yüzden varoluşta yalnızca ussal eylem değerli ve anlamlı ve kalıcıdır.

O zaman bu İlerlemeye katılmayan herşey gerçekten değersiz, anlamsız, önemsiz olur. Para babası para üstüne para, çalışan insan saat üstüne saat, parlamentolar yasa üstüne yasa yığarken, Yaşam yalnızca yerinde sayar. Cansıkıcı olur.

Kuşkucunun, varoluşçunun, nihilistin savının tersine, tüm böyle şeyler hiç kuşkusuz bir protozoanın eyleminden daha ‘değerli’dirler. Ama ilerlemeye ve gelişmeye ve özgürlüğe katkılarının olmadığı düzeye dek, tarihsel anlamları ve önemleri koca birer sıfırdır. Usun hilesi bile olamazlar. Varoluşçuyu, nihilisti, pozitivisti aldatan olguları oluştururlar.

Tarih Görüşleri
Modern Toplumun Anlamsızlığına
Toplumcu Çözüm 1:
Uluslararası Toplumculuk

Sovyet Posteri:
Nikolai M. Kochergin,
‘‘Çok Yaşa Kızıl Ordu,’’
1919. 28.0" x 42.0"
Litograf.

Tarihsel özdekçilik de tarihi bir ‘İlerleme’ olarak, motoru hırs olan, saldırganlık ve kavga olan bir süreç olarak görür. Süreç ürününde saklanandır: Ortaklaşacılık salt bir kavgalar zinciri olarak, sürekli bir saldırganlık boşalması olarak yorumladığı Tarihte kendini Ölüm İçgüdüsünün son eylemi olarak bildirir ve tarihin tüm nefretini, tüm türesizliğini, tüm yokediciliğini eylem ve izlencesinde kristalize eder. Böyle ‘Erek’ mantıksal olarak bir nefret yoğunlaşmasıdır ve eşit ölçüde mantıksal olarak tinsel özgürlüğün değil ama düzeneksel zorunluğun bir vargısı olabilir: Bütün bir altyapı — ki en sonunda bir alış-veriş ilişkileri düzeneğinden daha çoğu değildir — kendini edimsel olarak erekte saklar: Mülkiyet ortadan kaldırılmaz, tarih yeni ve zorba bir tecimciler partisinin eline düşer. Sonuçta sığ, değersiz burjuvanın yalnızca adı değişir. Ortaklaşacılık, kendi kavramının dolaysızca gösterdiği gibi, yalnızca bir Mülkiyet İstencidir, istencin en ilkel, dolaysız, özdeksel biçimidir, Ve anamalın kendisini her insan değerinden daha değerli saydığı düzeye dek, zorunlu olarak bir kabalık, güç, şiddet, ve terör istencidir. Özdeksel dürtü dünyayı değiştirdiğinde, sömürülen insanlık bir de ruhsuz özdekçinin özencine katlanmak zorunda kalır. Ölmeye geçer.

Modern Toplumun Anlamsızlığına Toplumcu
Çözüm 2: Ulusal Toplumculuk

Nazi Posteri:
‘‘Utku,
Bedeli ne olursa olsun.’’

Nazi idealsiz, amaçsız, ereksiz bir bitki gibi varolmayı, salt özdeksel olana değer veren dar kafalı bir burjuva olarak yaşamayı saçma bulur.

Varoluşta bir değer, bir yükseklik, bir soyluluk, bir üstünlük arar. Salt kendi için geçerli olan göreli bir gerçeklik, göreli bir anlam ister.

Aradığı yüksek değeri alt bir ilkede bulur. Ekinsel, tinsel, ussal olanda değil ama özellikle insan-altı, tinsel-altı, ekinsel-altı olanda, arı doğallıkta, ‘kan’ ilkesinde bulur.

Gene de ırkçının yaşamına, varoluşuna verdiği bu yüksek ‘anlam’ gerçekte yalnızca bir korku anlatımıdır: Paranoya insana özgüdür.

Irkçılık herşeyden önce duyunçsuz bir yüreği, evrenseli kavramayan bir usu, insan özüne güvensizliği, İnsandan korkuyu, aslında İnsanlıktan nefreti varsayar.

Nazizm tam olarak bu değer tanımazlığında modern toplumun kendi yaratısıdır.
 
Nazinin insanlık nefreti kendiliğinden açıktır. Asıl sorun insanlar insanlık sevgisi adına, kurtuluş adına, barış adına yokedilmeye başladığı zaman doğar. Bu yanılsamada materyalist ‘sanat’ın rolü vazgeçilmezdir.
 

Mayakovsky de ortağımız olmayı isteyen bir sanatçıydı. Tıpkı, örneğin Aragon gibi, Hikmet gibi, ya da ... Picasso gibi. Bu ortaklık, bu ortaklaşacılık pekala Şiddet yoluyla da kurulabilirdi. Eğer ortak olmayı istemiyorsanız, ya boyun eğmeyi öğrenecek, ya da yok edilecektiniz. İstencinizin bir değeri yoktur. Duyuncunuzun bir anlamı yoktur. Aslında ortadan kaldırılması gereken bir metafiziktir. Ozanlar bile dünyayı cehenneme değiştirmek için çabalarken, böyle değişimin tüm onurunu Stalin’e bırakmak despota bir ayrıcalık yüklemek değil midir?

Bu sözde "duyarlı" insanlar, bu sözde "sanatçılar" niçin şiddete, insanlığın yaşadığı en acımasız şiddete karşı duyarsız kaldılar? Aslında bu soru bile haksızdır, çünkü bu "duyarlı" insanlar şiddeti biliyor, onaylıyor, ve istiyorlardı.

Sınıf Kavgalarından oluşan bir tarih ancak Kavgaların son bir Kavga yoluyla sonlanmasında ereğine ulaşır. Yanlardan birinin yenilerek boyuneğmesinde sonlanır. Ama hiçbir kavga, hiçbir savaş yenilenin yokedilmesini amaçlamaz. Tam tersine, kavga Efendilik uğrunadır. Başka bir deyişle, Kavga kendi kavramında çelişkinin çözülüşünü değil ama yalnızca doğrulanışını amaçlar. Sınıf Kavgalarından oluşan bir ‘tarih’ kurgusu kendi mantığı gereği Ereksizdir: Son Kavga ancak yeni bir Kavganın tohumunun atılışıdır. Ya da, böyle ‘tarih’ Tarih değildir. Öznel bir yapıntıdır.

Sınıf Kavgası en sonunda mülkiyet uğruna olduğuna göre, kavgayı kazanan yan İstencinin mülkiyet olarak tanınmasına ulaşan yandır: Ortaklaşacılık mülkiyetin ortadan kaldırılmasını değil ama tam tersine saklanmasını hedefler. Bir tecimciler ‘ tarihi’nin erişebileceği en soylu, en değerli erek budur.

Ortaklaşacılığın Evrensel İstenç üzerine dışardan bir dayatma olması ölçüsünde, ortaklaşacılık kendi kavramı gereği şiddeti ve zorbalığı koşulsuzca doğrular. Bu ekonomik determinist bilinçte özgürlük kavramı gibi birşey yoktur. Saldırdığı, yoketmeyi istediği şey kesinlikle mülkiyet istenci değil ama GENEL OLARAK istençtir. Ortaklaşacı-özdekçi kafa yapısı

— DUYUNÇ özgürlüğü diye birşey tanımaz.
— İSTENÇ özgürlüğünü de tanımaz.

İnanç Özgürlüğü ve Politik Özgürlük pahasına, MÜLKİYET DÜRTÜSÜNÜN koşulsuz egemenliğini amaçlar.

Eğer özdekçi-ortaklaşacı yalana kanan ‘dürüst’ insanlar olmuşsa, aldanmalarının zeminini henüz ÖZGÜRLÜK kavramına yabancı olmalarında aramalıyız. Ve eğer yaptıklarının insanlığın kurtuluş olduğuna inanmışlarsa, yokedilen suçsuz milyonlar tarafından daha başından yalanlanmışlardır. Tarihsel Özdekçi İdeolojinin insanlığa faturası yaklaşık olarak 100.000.000 (+ 40.000) yaşamdır.

Bolşevizmi Nazizmle sayısal olarak karşılaştırmak ve uluslararası faşistlerin ellerinin ulusal faşistlerin ellerinden daha kanlı olduğu sonucunu çıkarmak hiç kuşkusuz büyük bir buluş değildir. Tarihin modernizmin tuzağına düştüğünü görmek ve değer düşmanı modernizm sürdükçe Bolşevizmin ve Nazizmin pusuda bekledikleri, modernist ağırlığın ve postmodernist hafifliğin ideolojinin gözdağı karşısında ancak yalancı önlemler sağlayabileceklerini kavramak çok daha anlamlı ve önemlidir.

Tarih Önerileri
Özdekçiliğin Kökenleri
Aydınlanmanın Bilim ile, Gerçeklik ile ilgisi boş bir öznel dilekten öteye geçmez. Bilim Doğaya onda Usu bulma amacıyla yaklaşır. Evrendeki ussal öğe Yasadır, ve yasa görülür, duyulur, tadılır olmayan evrenseldir, biçim ya da ideadır, Ustur. Aydınlanmacı ‘philosophe’ ise duyumcudur, görgücüdür, ve usu çürütmekle ilgilenir. Sonunda gerçekliği olasılığa, saltık olanı göreli olana, bilgiyi sanıya indirger.

İlerleme Aydınlanmanın duyunçsuz usunun, tinsellikten nefretin, özdeksellik sevgisinin ilerlemesi değildir. Bu barbarlığa gerilemedir.

Ancak Boşinancın Aydınlanmaya gereksinimi vardır. Ve Aydınlanma kendini bu göreli, bu tepkisel değeri içinde değil ama kendi uğruna ileri sürdüğü zaman, çekilmez olur. Us Duyuncu bütünüyle terkeder.


Denis Diderot (1713-1784).

Jesuitler tarafından eğitildi. Dinsel bir bunalım geçirerek deist, ateist, ve sonunda materyalist oldu. 1751-1772 yılları arasında sözde bir ‘us sözlüğü’ (dictionnaire raisonné) olan Encyclopédie’yi yayımladı. Bütün içeriğin özdekçi Helvétius’un Anlık Üzerine (De l'esprit) başlıklı çalışmasında özetlendiği kabul edildi.

Duyumcu ilkesi ile tutarlı olarak, Aydınlanma özdekselin ruhsuz usudur, ve ilerlemeyi yalnızca özdekselin terimlerinde ölçer. Aydınlanma insanlığın törel büyümesinin özerkliğini yadsır, İstenci özdeksel altyapının bir türevi yapar, Duyuncun iyileşmesini uygulayımbilimsel ilerlemenin bir sonucu olarak görür. Bu mantık, tüm öznel niyetlerle karşıtlık içinde, özgürlük düşmanlığında, insanı denetleme tasarlarında sonlanır, ve soyut eşitlik istemi terörün mantıksal zeminini sağlar.

Aydınlanmanın özdekçi mantığı onu değer düşmanlığına ve nihilizme, kuram düşmanlığına ve pozitivizme duygudaş kılar.

Ne Galileo ne de Kepler, ne Descartes ne de Leibniz — Avrupa’yı ilk kez Us ile, Felsefe ile, Bilim ve Matematik ile tanıştıran bu idealistler — haklı olarak Aydınlanmacılar arasında sayılmazlar.

 

 

Avrupa’ya yayılmaya çalışan hırslı bir ahtapot.
Rusya’nın yayılmacı politikasını alaya alan bir 1877 esprisi.
Despotizm Tarihi çarpıtır, ve nihilist anlamsızlığı bile aratır.

Hangi biçim altında olursa olsun, ister Marxizm olsun isterse Nazizm ya da Faşizm ya da Teokrasi, despotizm insanlığın büyümesini önler, onu küçük düşürür. Ve nihilizmin — değer nefretinin — kendini aklayışına korkutucu kanıtı sağlar. Nihilist postmodernizmin varolan ekinsel türlülüğe olanaklı biricik almaşık olarak görebildiği şey despotizmdir. Varoluşa anlam kazandıracak kategorilerin kendilerinden yoksun olan bu değersiz bakış açısının özgürlüğe, ilerlemeye karşı çıkmada dayandığı sefil mantık budur.

 
Özgürlüğün Büyümesi  
Tarihin çocuksu başlangıçlarında, kişinin vazgeçilmez doğal haklarla donatılı olduğunun henüz bilinmediği zamanlarda, yalnızca Bir özgürdü. İnsanlık gerçekliğini tinsel değil ama duyusal olanda, evrenselde değil ama bireyselde bulurdu. İlk uygarlıklar için yalnızca dünyasal bir Bir topluluğun tini, anlamı, gerçekliği idi. O çağlarda, o kavramsızlık binyıllarında, insanların yaşamın başka türlü olabileceğini tasarlamaları bile olanaksızdı. Düzenlerinin sağlamlığı içinde, eskimeyen, değişmeyen, yitmeyen donmuş bilinçleri vardı.

Yunanlılar ve Romalılar için yalnızca Birileri özgürdü. Onlar için de kölelik yokluğu bile tasarlanamayacak bir zorunluktu. Platon ve Aristoteles’te bile henüz tüm insanların özgür doğdukları, her birinin doğal olarak sonsuz değerinin olduğu kavramı yoktu.

Tüm insanların doğal olarak özgür oldukları, onları insan yapan vazgeçilmez doğal haklarının olduğu anlayışının, bu en gerçek Kavramın üretilmesi için tarihin Stoacılara dek çalışıp çabalaması, Usun insanın özü, gerçekliği, değeri olduğunun kavranması gerekliydi.


Charles Thévenin: La prise de la Bastille,
ya da Bastille’in ele geçirilmesi (1793, Paris, Musée Carnavalet).
Başkalarının genellikle uygarca yaptığı işi Fransızlar barbarca yaptılar.

Onların elinde, Devrim bir nefret patlaması ile, şiddet ile, yokedicilik ile özdeşleşti. Dünyayı değiştirmenin kanıtı eylemin insanları yoketmesi oldu. Eğer zor, şiddet, terör uygarlığın temeline katılıyorsa, Fransa hiç kuşkusuz en uygar ülke olmalıdır.

Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik — Fransızlar bu kavramları yalnızca onları çiğnemek için kullandılar. ‘Özgürlükçü’ Fransa Köleliği kurumsallaştıran Avrupa ülkeleri arasındaydı. ‘Eşitlikçi’ Fransa içerde eşitsizliği pekiştirirken dışarda ülkeleri sömürgeleştirdi ve Cezayir bile Fransa’dan bağımsızlığını ancak 1962’de kazandı. ‘Kardeş’ Fransa Nazi rejimi ile işbirliğinde öylesine yürektendi ki, Nazi Almanyasına kendisi için ayrılan kotanın üzerinde Yahudi teslim etti.

Ama kavramın ulusların uslarına ve yüreklerine ulaşabilmesi için, tarihe girebilmesi için biraz daha zaman gerekti. Evrenselleşmesi, tüm tinin yeni görüngüsü olmaya yükselmesi, tüm insanlığın özbilinçli kazanımı olması — bu Eğitim bugün tarihin çözmesi gereken, bizim çözmemiz gereken başlıca sorundur. Eğitimin işini altyapının tılsımlı gücü çözemez çünkü o altyapının kendisi insanın en değersiz, en anlamsız yanı tarafından belirlenen bir öz-çıkar, bencilik, acımasızlık dünyasıdır. Eğitimin işi insanı davranışçı yöntemlerle güdülecek bir robot yapmaktan da bütünüyle ayrı birşeydir. Sorunun çözümü zor ve şiddet uygulamaktan da geçmez. Napoleonların, şiddete dayalı Devrimlerin, içsavaşların kendileri uygarlığın değil ama barbarlığın eylemleridirler, ve yalnızca ektiklerini biçerler. Sorun milyarların uslarında ve ruhlarında büyümeleri sorunudur.

Jacques-Louis David’in bir çalışması, 1804.
‘Yurttaş’ Napoleon tacını Papanın elinden alarak kendisi takıyor, Napoleon hiçbir zaman ne yaptığını bilen biri olmadı. Osmanlı Padişahının ordusunda Paşa olmayı istedi. Sonra Fransız Devriminin önderliğini yeğledi. Sonra yeniden saray özlemlerine geri döndü. Sonunda Waterloo’da yenildikten sonra Elbe adasında şişman bir sürgün olarak öldü.
 
Özgürlük İlkesinin doğuşu dolaysızca tüm anlamı içinde, tüm değeri içinde insanlığın bilincine yerleşmesi demek değildir. İlke insan bilincini kendine göre yeniden biçimlendirebilmek için, bütün bir tinsel evreni, bütün bir uygarlık yapısını kendisi ile tutarlı olarak yeniden örgütleyebilmek için Zamana gereksinir. Özgürlük kavramını tasarımlamak onu tüm içeriğinde bilmek demek değildir. Tasarımın Kavrama yükselmesi — bir kavram olarak usun yeni dünyasında yeni üyelerle birlikte yerini alması, başka kavramlarla ilişkilendirilerek usun bütünlüğü içinde tam anlam ve değerini kazanması —, bu onun gerçekliğinin bilgisi, gerçekliğinin doğrulanması, ve aynı zamanda kendini yaşama geçirmesidir. Kavramın kendisi ussallık dediğimiz, sağduyu dediğimiz düşünme özgürlüğünü ister, ve her yeni kavram/ilke bilinci — tinin görüngüsünü — yeniden örgütler, değerleri yeniden belirler, insanı değiştirir ve böylelikle dünyasını değiştirir. Bunu yapamazsa, eski ekinsel yapı yitmez, bir Çin gibi sürer gider.
İlke Özgürlük olduğu zaman, İstence tam Hakkının verilmesini, onun ne olursa olsun en küçük bir kısıtlama altında olmamasını, ona tüm direncin, tüm sınırın, tüm yabancılığın kaldırılmasını ister. İstenç — benim isteğim, kararım, amacım, eylemim — kısıtlanmamalıdır. Tanınmaması haksızlıktır. Ve ancak özgür insan haksızlığa uğrayabilir.

Eylemim yalnızca başka dışsal nesneler üzerinde değil ama başka istençler üzerinde eylem olduğu düzeye dek eylemdir, ve özgürlüğüm beni başkaları karşısında ilgilendiren bir sorundur. Bu yüzden, İstencim ancak başka istençler tarafından sınırlanabilir. Ve yine bu yüzden, kısıtlanmaması, sınırsız olması, aslında sonsuz olması ancak başkasında kendini bulmasıyla olanaklıdır. İstençte birlik bir özenç sorunu değildir. İstençlerin anlaşması olarak, istencin istenci istemesi olarak bir özgürlük sorunudur.

İstenç doğru ise, ussal ise, Evrensel İstençtir, insanlığa aittir, ve bireysel istenç ancak şu ya da bu dışsal şeyi değil ama Evrensel İstenci istediği zaman özgürdür. İstenç eleştirilebilir, çünkü üzerinde duyunç vardır.

İstencin doğru olup olmadığına Duyunç — düşünen, iyiyi ve kötüyü düşünerek ayıran İstenç — karar verir. Ancak özgür Duyunç doğruyu ve eğriyi ayırabilir. Duyunca güvenmek, Usa güvenmek özgür olmanın kendisidir. Bir kez kazanıldığında, hiçbir baskı bilinçten Özgürlük kavramını geri alamaz, hiçbir zaman İstenci arkada bıraktığı eski biçime geri döndüremez, yanlış olanı, kötü olanı doğrulatmayı başaramaz. İstenç dilediğini isteyemez.


St. Ignatius Kilisesinde Geceyarısı Mas Ayini, San Fransisco Üniversitesi, Kaliforniya, 1989.

Duyunç köleliğini başka her boşinançtan çok daha vurgulu olarak tanıtlayan Katolik tin dünyasaldır. Tanrısal Gerçekliği kurumsallaştırmış, böylelikle hakkından gelmiş, ve Avrupa kendi Tarihini, duyunç ve istencini onun elinden kurtarmak zorunda kalmıştır. Katolik Kilise tarihte insan Usuna ve Ruhuna en büyük saygısızlığı, insan Bedenine en büyük zulmü yapan kurumdur. Tinselliği, gerçekliği, değeri, inancı pazara çıkaran, bir alım-satım konusu yapan bu özdeksellik tarihsel olarak yalnızca ektiğini biçmiş, sonunda Reformasyon ve Aydınlanma tarafından bir yana atılmıştır. Gerçeklik kurumsallaşamaz. Bir rahipler rejimi zorunlu olarak ikiyüzlülüğün bir erkidir, çünkü insan için sonsuz olanın yetkesini üstlenen sonlu birey sonluluğunun bilincindedir.

Henüz milyarlarca Asyalı ve Avrupalı, Hintli ve Çinli, Afrikalı ve Latin Amerikalı özgürlük kavramının bilincinde değildir. Henüz gerçeklik olarak kendi uslarını, duyunçlarını ve istençlerini tanımazlar. Çünkü usları ve istençleri ve duyunçları henüz gerçeklik değildir. Hiç kuşkusuz kendi ‘gerçeklikleri’ vardır. Ama tanıdıkları, saydıkları, boyun eğdikleri bu ‘gerçeklikler’ geçici, göreli, değersiz, anlamsız, saçma tasarımlardır.


Oturan Budhalar dizisi. Wat Suthat Yontuları, Bangkok, Thailand. Eskimeyen, tarih olmayan, dönüşmeyen, kendi içinde yitmeyen bilinçler. Kötü bir sonsuzluğa kitlenmiş görüngüler.

Hiçbirşey pozitivistin ‘paradigma’ dediği yalıtılmış yanılsamayı tarihe katılmayan duyusal bilincin bu analitik görüngülerinden, bir Bire yükselemeyen bu tanrılar ve tapınaklar kalabalığından daha iyi anlatamaz. Pozitivist için bilimsel kuramlar birbirlerinden mantıksal olarak bağımsız ya da eşölçümsüz, iletişimsiz yollarda doğarlar ve gelişmezler. Dönüşmezler. Bir bütüne katılan kıpılar olmazlar. Bilgi birikimi diye birşey yoktur. Bu analitik bilinç biçimi için her kuramın başka kuramlara kapalı ve yalnızca kendine açık özel Kavramları vardır. Uzay, zaman, nicelik ve ölçü, sonlu ve sonsuz, özdek ve devim, ivme ve kuvvet gibi kavramlar evrensel değil ama her bir paradigmanın kendine özgü tikel, göreli, duyusal, sonlu tasarımlarıdır.
Bu milyarlar Gerçeklik ile aralarında hiçbir aracının olmadığını bilmezler. Usu sonsuz değeri ve hakkı içinde tanımadıkça, onun yerine geçirdikleri her yetke onları çocuklaştırır. Özgür değildirler. Henüz duyarlıkları küçük, duyunçları küçük, usları küçüktür. Çirkinliğe, kötülüğe, bilgisizliğe katlanmayı başarabilecek denli küçüktür. Korku, boyuneğme, ve bilgisizlik içinde yaşarlar, ve korkmamayı, ezilmemeyi, öğrenmeyi bilmezler ve istemezler.


Totaliter Geometri: Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 50’nci yıldönümünde Çin bayrakları Tiananmen Kapısından geçiriliyor.

Foto 2 Foto 3

Politik yaşamında yalnızca yetkeye boyuneğmeyi bilen bilinç için de seçme özgürlüğü vardır. Sorun hangi putun egemen olacağını seçmektir.

İdeoloji insanı değil ama dünyayı değiştirir. Ve onu bir korku, nefret, ve yokedicilik dünyasına çevirir. Güç İstencine tam hakkını verir. Ama gene de hiçbir despotizm halk tarafından onaylanmadıkça varlığını bir kıpı bile sürdüremez. Despotizm en sonunda halkın tininde beslenir. 40 yıl boyunca gık demeden Franko’ya boyuneğen İspanyollar, Hitler’i bir plebisitle % 90 onayla Führer yapan Almanlar yalnızca Baba imgesinin modern dünyada henüz ne denli güçlü olduğuna tanıklık eder.


Hızlı Modernleşme
 





Engelsiz özdeksel gelişme, hızlı modernleşme pekala olanaklıdır: Gereken şeyler bilim ve işleyim ve tecimdir. Ve bir de insanlık değerlerinden ve haklarından özveridir. Özdekçilik inancın, inanca bağlı değerlerin, gelenek ve törelerin çözülmelerinin ve çürümelerinin aracıdır. Avrupa’da Aydınlanmanın yaptığı işi Asya’da tarihsel özdekçilik üstlendi. Ve Avrupa’da Aydınlanma İlerleme amacına ulaşmak için daha şimdiden politik gücü ellerinde tutan aydın despottan yararlanırken, Asya’da bu işi doğrudan doğruya tarihsel özdekçi partilerin kendileri üstlendiler.

Aydınlanmanın dümen suyunda doğan İdeoloji ilerleme ve gelişme davasını da Aydınlanmadan ödünç almıştır. Yalnızca duyunçsuz gelişmenin olanağına değil ama gelişmenin özellikle duyunçsuz olması gerektiğine inancında İdeoloji Aydınlanmanın deizmini dört dörtlük materyalizme yükseltir. İdeoloji Aydınlanmanın daha şimdiden erki ellerinde tutan ‘aydın despotlar’a dayanma yöntemini de tıpkı ütopik olarak görülen daha uygarca kurtuluş düşleri gibi bir yana atar. Amaca uygarca ulaşamayacağını görerek, tarihin yasalarını çözümler, şiddetin kaçınılmaz olduğunu saptar, ve despotluğu doğrudan doğruya ele alması gerektiği vargısını çıkarır. İlkin zor yoluyla devletin ele geçirilmesi, ve sonra zor yoluyla yerleşik değerlerin ortadan kaldırılması ilerlemeyen, süredurumlu, hantal geleneksel topluluğun modern topluma dönüştürülmesinin yolunu açmalıdır. Rusya’da ilkin Çarların denedikleri ve başarılı sonuçlara götürmeyen hızlı Aydınlanma yöntemi daha sonra Bolşevikler tarafından denendi, ve yine aynı başarısızlığa götürdü. Aynı yöntemle modernleşmeye çabasını sürdürmekte olan Çin’in tutumu tarihten alınan biricik dersin tarihin hiçbir ders vermediği olgusunun görgül bir anlatımıdır.

Böyle özdeksel değişim, ilerleme, gelişme yalancıdır çünkü usun özgür eğitimini değil ama altyapıya ayarlanmasını ilke alır. İnsanın değişimini değil ama çevre, altyapı, ekonomik ilişkiler gibi dışsal öğelerin değişimini hedefler. Bu fetişler insanı belirleyecek, ve o fetişlerin efendisi ise ideoloji olacaktır. Olağanüstü bir nefret erkesi gerektiren bu şemada insan ona dışsal süreçlerin bir düzeneksel işlevidir. Ama bu özdekçi sanrılama karşısında, us, istenç ve duyunç özerkliklerini sürdürürler, ideolojinin insan doğası konusundaki yanılgısını kendileri değişmeyerek tanıtlarlar: Böyle rejimde devletin sürekli olarak ele geçirilmesi, geleneğin sürekli olarak ortadan kaldırılması, özgürlük eğiliminin sürekli olarak bastırılması gerekli olur. Sürekli devrim sürekli terör demenin bir başka yoludur: Parti ilerleme kaygılarını bir yana bırakır, ve kendini özsel olarak bir polis devletine çevirerek herşeyden önce sağ kalmaya çabalar. Rejimin yazgısı halkın istenci üzerine değil ama bilinçlerini soyut eşitlik ve şiddet kavramlarına indirgemiş bir avuç entellektüelin terörü üzerine, şiddet tutkusunun sürekliliği üzerine dayanır. Sadistik heyecanın sona ermesiyle, bürokratlar ilkin hırsız, sonra anamalcı olurlar.

Rejim ne denli usdışı ise edimselliği o denli yalancıdır, ve Tarihin sapık yan yollarında bir insanlık savurganlığı olur. Böyle rejimlerin yalnızca dünya tarihinin despotik kalıntı bölgelerinde, Rusya gibi, Çin gibi, Kamboçya vb. gibi özgürlük kavramı ile, duyunç özgürlüğü ile hiçbir zaman tanışmamış halkların tininde şansları vardır.

Böyle rejimler durumunda, geçmiş ortadan kaldırılmamış, ama yalnızca bastırılmıştır: İnsan değişmemiştir. Buralarda yer alan ‘devrimler’ Özgürlüğe ilerleme değil ama yalnızca tinin kendine zulmünün biçim değiştirmesi olurlar. İdeolojik devlet önceden varolan despotizme dayanma gibi bir üstünlükten yararlansa da, rejim başlıca gücünü özgürlük bilincinin gelişimini durdurmaya ayırır. İstenç, İnanç, ve Yasa bir Parti tiranlığının başlıca düşmanlarıdır. Bu yüzden ortaklaşacı devlet (1) özsel olarak dolaysız istenci — mülkiyet istencini — tekelleştirmeye ayarlanmış bir mülkiyet devletidir, ve tüm ortaklar arasında bürokratlar en ortak olanlardır. İdeolojik devlet için hiçbirşey duyunç özgürlüğü denli büyük bir gözdağı değildir. Bu yüzden (2) yalnızca dinsel bilinci değil ama genel olarak düşünen istenci, duyunç özgürlüğünü bastırır, ideoloji dinin yerini alır. İdeolojik devlet için hiçbirşey özgür törellik denli tehlikeli değildir. Bu yüzden (3) yurttaşlık kavramını tanımaz, yasasını kendi istenci olarak belirleme hakkını isteyen kişiliği yokeder, özgür bireyi bir kölenin, bir serfin düzeyine indirger.

Yeryüzünün milyarları henüz varoluşlarının her boyutuna, her kıpısına yayılan korkuyu ve ondan doğan saldırganlığı yadsımayı bilmezler. Tersine, katılaşmış küçücük bilinçleri ile, ve sık sık sadistik bir coşkuyla, kendilerini içgüdülerinin usuna bırakıverirler.


Little Rock Hava Kuvvetleri Üssü, Jacksonville, Arkansas, ABD, yklş. Eylül 1987. Titan II ICBM burun konileri SALT II Anlaşması gereği yokedilmek üzere.
Gerçekte yapılan şey yalnızca eskilerin yenilenişi için, daha korkutucu nefret anlatımları için bir hazırlıktır. Aslında insan istencinin bir anlatımı olan bu bombalardan da korkunç olan şey insanın ikiyüzlülüğü, SALT II gibi sözde sınırlayıcı anlaşma girişimlerinin bile sadistik gözdağını arttırmak için kullanılan bahaneler olmasıdır. Soğuk savaş sırasında, yalnızca ABD 70.000 nükleer bomba üretti. Ve ileri ülkeler bunu mantıkll bir önlem olarak kabul ederken, geri ülkeler onları da bağışlamayacak bir yıkım olasılığını algılamayı bile başaramadılar.
Modern Kültür onu belirleyen dürtüyü Nefretin kaynaklarından beslediği düzeye dek, modern bilim onu yok olmanın eşiğinde tutmaya hizmet eder. Böyle varoluşun birincil bileşenleri korku, şiddet, yokedicilik, terördür. Böyle kültür kendini gerçekliğe değil ama yalana, doğruya değil ama eğriye, güzele değil ama çirkine alıştırır. Bu şakın bireyin usdışı varoluşuna katlanmasının biricik olanaklı yoludur. Nihilizm duyuyitimidir.


C-141B Starlifters, 9 Mayıs 1996’da ‘Big Drop’ sırasında Charleston Hava Kuvvetleri Üssünden havalanmak için sıraya geçen C-141B Starlifter uçakları. ABD Güneybatısında II. DS’dan bu yana düzenlenen bu en büyük hava indirme uygulamasına 53.000 asker katıldı.

Nefretin cisimselleşmesi.

İnsanları bombalar öldürmez. İnsanları Nefret ve Korku öldürür. Fizik, matematik, ya da yaratıcılığı tükenmiş ‘bilimci’nin uygulayımbilimi — bugünlerde tümü de özsel olarak Güç İstencine, bu modern, ussalNefret anlatımına altgüdümlüdürler. Hiçbir idealizmleri kalmamıştır, ve insanlık uğruna değil ama pazar uğruna, en sonunda yokedicilik uğruna varolurlar.

 
‘‘İnsanlığın eğri tahtasından doğru hiçbirşey yapılamaz.’’
— Immanuel Kant, Salt Us Sınırları İçersinde Din.
Ve gene de modern dünyada yalnızca Türkiye ve birkaç Batılı ülke eksiksiz duyunç ve istenç Özgürlüğünü kavramıştır. Bu bir daha saltık olarak geriye alınamayacak gerçek İlerlemedir, çünkü insanların ruhlarında ve uslarında birlikte yer almıştır, istenen ve o denli de bilinen törelliktir. İnsan usu bilgiyi — gerçekliği — yalnızca doğrulayabilir. Ve bir kez kazanılan Özgürlükten vazgeçmek ancak İstencin kendisinden vazgeçmek denli olanaklıdır. Tüm sorun henüz salt bir ilke olan bu gerçekliğe, bu özgürlüğe yaşamın tüm türlülüğünde tam hakkını verebilmek, onu milyonların bilincinde açındırmak, onunla tutarlı her kıpının ortaya çıkışından ve onunla tutarsız her kıpının ortadan yitişinden oluşan süreci özbilinçli kılmayı başarmaktır.

Ulusun törel yaşamı ne denli özgürse, Devleti de o denli yasaya bağlı, barışsever ve türelidir, insanlık için o denli az tehlikelidir. Yurttaş ne denli duyunçlu ve erdemli ise, devletini o denli kendi istencinin anlatımı yapar, ona onu ezen yabancı bir güç olarak değil ama kendi istencinin anlatımı olarak bakar. Evrik olarak, ulusun törel karakteri ne denli zayıfsa, devleti o denli zayıf, yasa o denli anlamsız, şiddet o denli kaçınılmazdır.

Devlet uygarlık değildir. İnsan doğasının sonsuz değeri karşısında, Devlet insanın henüz çirkinlik, sevgisizlik, ve bilgisizlik durumunu geride bırakamadığını kanıtlar. Güç, şiddet, yokedicilik gibi delilikler devletin işlevleri arasında bulunur, ve varoluşlarında insanlığın henüz ne denli az büyüdüğünü gösterirler. Devletin tarihsel usun başyapıtı olmasına karşın, ve yasa egemenliğinin toplumsal insanın türesi, onuru, ve büyüklüğü olmasına karşın, aynı zamanda insan zayıflığına da tanıklık eden bu başyapıt en sonunda uygarlığın başından atması gereken bir gerilik belgesidir. İdealizm devletin usun son sözü olmadığını bildirir: İnsanlık insan doğasının ereğidir :: Humanität ist der Zweck der Menschennatur (Herder: 1744-1803). Tam olarak gelişmiş insan Devlet gibi bir saçmalığa gereksinmez. Yurttaş ve İnsan bir ve aynı değildir. Yurttaş mülkiyeti yoluyla, içselleşmiş duyuncu yoluyla, ve toplumsal yasası yoluyla İnsan olmanın altına ve gerisine düşer. Henüz kendini gerçek kendisi olarak belirlememiş olduğunu, henüz tüm tinsel içeriğini üretmemiş olduğunu gösterir. Yurttaş nesnede güzellik değil ama mülkiyet görür; insanda sevilecek bir ruh değil ama sömürülecek bir beden görür; bilgide gerçeklik değil ama yararlık görür. Yurttaş kavramı bir tecimci kavramından, ve yurttaş toplumu ya da sivil toplum kavramı bir çarşamba pazarından daha onurlu ve değerli değildir. Yurttaş mülkiyet ilişkilerinde — alış-verişte — özgürdür, ve onun varoluşunda duyunç ve yasa özsel olarak böyle özgürlüğe uyarlanırlar, özsel olarak mülkiyeti güvence altına almanın yollarına indirgenirler. Yurttaş kavramının kendisi bireylerin henüz yarışıp çekiştiklerini, itişip kakıştıklarını, henüz saldırganlığa ve yokediciliğe son vermediklerini doğrular, henüz nefretin gizini öğrenemediklerini imler. Henüz Hak kavramına tam hakkını veremediklerini, henüz İnsan Hakları İdeasının ulusların ve bireylerin uslarında belirtikleşmediğini imler. Eğer kişinin eksiksiz doğa ve kavram betimlemeleri ya da belirlenimleri olsaydı, o zaman hiçbir yasaya gereksinimi olmazdı :: Hätte man vollkommene Natur- und Begriffsbeschreibungen - Bestimmungen, so hätte man keine Gesetze nötig. (Novalis: 1772-1801; Neue Fragmente, 2238.)
Immanuel Kant da her kuşkucu gibi insanların ussal varlıklar oldukları gerçeğini yadsır. İnsana güvensizliği zemininde, savaşın, türesizliğin, nefretin ortadan kalkacağını kavraması olanaksızdır. Yalnızca, her kuşkucu gibi, kendi eğri tahtasını genelleştirir. Her kuşkucu aydın gibi, insanlığa kendini eğitmesi olanaksız, yalnızca aldatılması olanaklı bir sürü olarak bakar. Onun irrasyonalist kalıtı ile uyum içinde, daha yakın zamanların irrasyonalizmi tüm özgürlük girişiminin yalnızca reddedilmesi gereken tehlikeli bir komplo olduğu vargısını çıkarır. Kuşkucu kişiliğin idealizmden nefreti mantıksız bir özenç sorunu değildir. Zorunludur.

Özgür ülkeler hiç kuşkusuz kendi aralarında uyumlu ve sağduyulu türdeş bir kütle oluşturmazlar. Her birinin tüm başkalarından ayrı bir ulusal birey olması ilişkilerinin dostluk değil ama düşmanlık, sevgi değil ama nefret ilişkisi olması demektir. Başka bir deyişle, sorunlarının çözümünün en sonunda ancak şiddet yoluyla olanaklı olması demektir.

Ve özgür saldırganlar olarak, henüz kavramdan yaşama bütünüyle çevrilmemiş özgürlükleri ayrımlarının ve ayrılıklarının, giderek karşıtlıklarının ve düşmanlıklarının zeminidir. Kendi içlerinde de insanlık değerlerinin gerçekleşmesini sağlamayı başaramazlar. Tümünde de türesizlik, haksızlık, sömürü, militarizm, ırkçılık, şiddet henüz yaygındır. Tümünde de modernizme özünlü tüm sorunlar us ve tutku arasındaki çatışmanın modern kaynaklarından her gün yeniden doğarlar. Serbest pazar ya da denetimsiz, hükümetsiz, duyunçsuz anamalcılık tini henüz yabanıl insan doğasının en gürültülü sesidir.

Ama tümüne de ortak olan olgu aynı tarihsel üstünlüktür, ve ancak özgür toplumlarda us ve usdışı, gerçeklik ve yalan, doğru ve eğri, Eros ve Ölüm İçgüdüsü arasındaki kavgada birincilerin üstün çıkması olanağı vardır — bir olanak ki, ussallığın bilincinin kazanılması ölçüsünde zorunluğu imler, edimselleşmesi usun kaçınılmaz vargısıdır. Buna karşı, özgür olmayan toplumlarda — şeylerin değil ama insanların yönetildiği tiranlık alanlarında — kavga henüz yalnızca özgür-olmayan bölüngüler arasındadır, despotun despotla, yokediciliğin yokedicilikle kavgasıdır.

Özgürlük İlkesinin insanların bilinçlerine yerleşmesi, tinsel özü tüm belirlenimlerinde baştan sona yeniden biçimlendirmesi, varoluşu yeni kavramlar, yeni değerler, yeni beğeniler yoluyla — en sonunda gerçeklik, iyilik ve güzellik kavramları yoluyla — algılayan saltık bakış açısının egemenlik kazanması dirençsiz bir süreç değildir. Direnç tinsel özün kendisinin süredurumudur. Ama insanın değişimi, her değişim durumunda olduğu gibi, eskiyi ve yeniyi, baskıyı ve özgürlüğü, tutucu ve ilerici eğilimleri birlikte içeren bir süreçtir. Tam olarak içinde yer aldığımız, yaşadığımız savaşımdır. İlkesi olan törel özgürlüğün gücünden ötürü, gerçek olanın yanlış olan üzerindeki sonsuz üstünlüğünden ötürü, böyle ilerleme tersinmez bir süreçtir. Tutucu eğilimler olan biteni, değişimin yer aldığını algıladıkları zaman iş işten geçmiş, değişim çoktandır bilinçlerde bir daha geri alınamayacak denli ilerlemiştir.

Özgürlük İlkesi ilkin yalnızca ilkedir. Tüm tarihin üretebildiği en değerli, en ussal, en tam kavramdır. Yalındır. Tüm anlamı şudur: Salt bir insan olduğum için başka hiçbir insan bana egemen olamaz. Bütün bir Asya bugün bile bu kavramın bilincinde değildir. Antik Yunanistan’da Platon ve Aristoteles’in kendileri bu kavramın bilincinde değillerdi. Avrupa’nın Orta Çağlarında insanlar toprak ile birlikte mal olarak alınıp satılırdı. Hıristiyan Kilise ve Derebeyler kulları olarak gördükleri insanların duyunçları ve istençleri üzerinde kendi haklarını ileri sürerlerdi.

Tarihin tüm ilerlemesi, insanlığın tüm öz-bilinçsiz gelişimi, usun tüm hilesi bu özgürlük kavramını doğuşunu hedefler. Bu uygarlığın gerçek gelişimini tanımlayan ilkedir. Ve bu gelişimi evrensel istenç ya da yasa egemenliği güvence altına alır.

Yasanın egemen olduğu Devlette sözde aydınlık modern çağı karanlık orta çağlardan da karanlık yapan anamalcılık tinine, bilim düşmanlığında skolastik kilisenin gericiliğinden hiç de geri kalmayan pozitivizme, son yüzyılı bir yokedicilik yüzyılı yapan sadizmin eline oynayan nihilizme kafa tutabilir, ve tümünün de hakkından gelebilirim, çünkü Yasa benimdir, benim bin yıllarca süren emeğimin kazanımıdır, benim usumun utkusudur, ve tüm o karanlığı bir daha geri dönmeyecek bir yolda ortadan kaldırmamı sağlayacak biricik zemindir. Çünkü

Yasanın egemen olduğu Devlette —

(1) özgürce Güzel Sanat yapabilirim. Hiç kimse beni kübist çirkinliğe güzel demeye, beğeni yetimin kendisini yoketmeye zorlayamaz. Orada dilediğim gibi besteler ve tablolar yapabilir, şiirler ve senfoniler yazabilirim. Beni sınırlayacak ve sanatımı realist bir devlet sanatı olmaya, politik bir propaganda aracına çevirmeye zorlayacak hiçbir güç yoktur. Orada sanatımı kurumsallaşmış dinin hizmetine zorlayacak teokratik bir güç de yoktur. Orada sanatımı meşru sömürünün hizmetine zorlayacak, reklam işleyimine köleleştirecek , anlamsız bir tüketim ayinini kızıştırmaya zorlayacak hiçbir güç yoktur.

Orada (2) özgürce sevebilirim. Duyuncumun tam olgunluğu ve özgürlüğü ile doğru ve türeli bulduğuma inanabilir, duygumun sonsuzluğu ile varoluşun anlamsızlığını yener ve varolmanın anlamına sarılabilir, sevilmeye yetenekli herşeyi sevebilirim. Orada inancım duyuncumun enginliği denli engin olabilir. Orada varolmanın, insan olmanın en yüksek anlamını duyabilirim. Orada bana neyi inanmam gerektiğini öğretmeye çalışan ideolojinin kendisini iyileştirebilirim.

Orada (3) özgürce Felsefe yapabilirim. Düşüncemin saltık gücüyle her olguyu çözümleyebilir, kavrayabilir, bilebilirim. Kendinde-şey gibi bilinemez saçmalıklara güler geçerim. Özgürce Fizik, Matematik vb. öğrenebilir, Doğanın görkemli ussallığını kavrayabilir, düşüncemin sonsuz gücüyle sonsuz gerçekliğin kendisine ulaşabilirim. Usumun doğrulamadığı her saçmalığı bir yana atar, usumun doğruladığı her gerçekliği özgürce yaşarım.

Orada bütün insan olmamın önündeki, Duyarlığımın, Duygumun, ve Düşüncemin tüm gizilliğini edimselleştirmenin önündeki her engeli kaldırdığım için, özgür olmaya özgürümdür. Orada insanlık dışı anamalcılığın ve savaşçılığın kendilerini ortadan kaldırmak için, bu insan ilkelliklerini insanların uslarından ve ruhlarından silip atabilmek için sonuna dek özgürümdür. Tüm tinsellik üzerindeki bu hakkım geri alınamayacak denli güçlüdür.

Orada tüm insanlığın bütün bir tarih boyunca ürettiği duyarlık, duygu ve düşünce birikimi tükenmez erke kaynağımdır, tümü de benimdir, çünkü ben kendim bu birikimden başka birşey değilimdir. Hiçbir ulusal, hiçbir etnik, hiçbir ırksal görüngü bu evrensel değerler birikimine ait değildir. Bu yüzden gerçekten yeni olan geleceği yalnızca ve yalnızca gerçekten yeni olandan, hiçbir zaman eskimeyen bengi insanlık değerlerinin tözünden şekillendirebilirim. Bunun dışındaki her yerelliği, her zamansallığı, her sonluluğu reddederim.

Orada beni şuna ya da buna inanmaya zorlayan hiçbir güç yoktur. Orada beni inakçı olmaya zorlayan hiçbir skolastik baskı yoktur. Orada beni kuşkucu olmaya zorlayan hiçbir akademik-kurumsal baskı da yoktur. Tüm böyle aptallığa gülüp geçerim. Orada politik istencime engel olabilecek bir Bir ya da Birileri yoktur. Orada yasamı tam olarak kendi duyuncumun ve istencimin buyurduğu gibi belirleyebilirim. Orada türesizliğe karşı tüm gücümle sonuna dek savaşabilirim. Orada eğer doğru bulmazsam her yasayı insana daha yaraşır, daha ussal, daha özgür olan bir başkasıyla değiştirebilirim. Bunu ancak evrensel istencin egemen olduğu ülkelerde, insanı özgür bir varlık olarak sonsuz, sınırsız, koşulsuz özü ve değeri içinde tanıyan uygar bir tinde yapabilirim. İran’da ya da Suudi Arabistan’da, Çin’de ya da Kuzey Kore’de, insanın inancın özgürlüğünde değil ama ideolojinin despotizmi altında tutulduğu barbarlık ortamlarında yapamam. Katolik ya da Budist tinin denetimi altında da yapamam. Bir de, belki de, kübist, nihilist ve pozitivist bilinçlerde yapamam.

Orada ussal istencime, özgürlüğüme engel olabilecek hiçbir güç yoktur. Orada biricik engel bilgisizlik, duygusuzluk, duyarsızlıktır. Ama yenmeyi istediğim şeyler de tam olarak bunlardır.

Evrensel İstencin egemenliğinin biricik üstünlüğü onun özbilinçli özgürlüğü altında insanların şiddeti bir yana atmaları ve toplumsal sorunlarını zora başvurmadan çözmeyi kabul etmiş olmalarında yatar. Yalnızca şiddete ve nefrete özünlü ruhsal yatkınlığı ile soyutlamacı entellektüel bu kuralın dışındadır, ve ona barışı rahatsız etmedikçe yozlaşması, çirkinleşmesi, bağırıp çağırması için gerekli özgürlük alanı tanınır. Bu yüzden politikayı güvenle barışçıl evrensel istencin kararına bırakırım, kimin devletin bürokratik işlerini üstleneceğine çok fazla aldırmam çünkü en yabanıl kişiliklerin bile evrensel istence baş kaldıramayacaklarını, orada zorunlu olarak kendilerine çeki düzen vereceklerini bilirim. Saltık olarak belirleyici politikanın Sanatta, Yürekte, ve Felsefede yapıldığını bilirim. Ulusların, bütün bir dünyanın, bütün bir insanlığın yazgısının bugüne dek yalnızca ve yalnızca bu saltık gerçeklikler alanında belirlendiğini ve bundan sonra da orada belirleneceğini bilirim. İnsanların eğitimsizliğinin sanatta, duyguda ve felsefede eğitimsizlik olduğunu bilirim. Ve güzelliğin, sevginin ve bilginin insanın gerçek belirlenimi olduğunu bilirim.

 


Evrenselin gerçek evrenselliği ancak ve ancak bireyselin gerçek bireyselliği zemininde olanaklıdır. Ancak ve ancak kendi özsel doğasını sonuna dek geliştirmiş bireyler gerçek evrenselleri ile uyum içinde olan gerçek bireylerdir.

Bu evrensel bireysellik Türe ve Barışın insanlığın saltık hakları olarak doğrulanmasını, nefretin ve savaşın koşulsuz olarak reddedilmesini anlatır — düşmanların birliğini değil, tarihsel bireyselliğin şu ya da bu tarihsel evrensele adanmasını değil, yalancı bireyselliğin yalancı bir evrenselde yitişini değil, ama Bireyselin ona kendi kavramında tam hakkını veren Evrenseli kazanmasını anlatır.

Kültürel çoğullukları içinde birbirine yabancı, giderek düşman insanlık alanlarının tarihsel aptallıklarına son vermeleri, kendilerini ve başkalarını bu yeryüzünün değerleri olarak tanımaları kültürel çoğulculuğun saklanmasını değil ama ortadan kaldırılmasını gerektirir. Bir insanlık ideali, bir evrensel insan doğası kavramı kabul edildiğinde, ya da yalın olarak insanın ussal bir varlık olduğu kabul edildiğinde, insanın tam gelişimden başka bir noktada doyum bulması olanaksızlaşır. İnsanlığı ancak Us birleştirebilir. Kültürel göreliliği ancak varoluşunun her boyutunda güzel, iyi ve ussal olanı gerçekleştirmenin bir hak ve bir ödev olduğunu kavrayan insanlık yenebilir. Tinin her tarihsel şekili, insanlığın her aptal görüngüsü geri kalanlarda ancak onu reddeden, ancak varlığı onun yadsınması olan başkalığı algılar. Ancak bilinçlerini ussal gerçekliğe dek geliştirmiş insanlar birbirlerinde birer gözdağı olarak algılamaksızın özgürlük içinde birarada varolabilirler. Usun bu ereğine ilerlemesi için biricik koşul onu şu ya da bu ideoloji ile, şu ya da bu arkaik şema ile dışarıdan güdülemeyi istemekten vazgeçmek, onu kendi öz-belirlenimi için özgür bırakmaktır. Us Özgürlüktür. Bu düzeye dek kendi bilinçsizliğinden başka birşey olmayan engeli kaldıran da yine kendisi olmalıdır.

Tüm sorun Usun kendisinin üzerinde, Duyunç ve İstenç üzerinde hiçbir yetkenin olmadığını kavramada ve doğrulamada yatar. Usun yetkesi yetkenin kendisinin ortadan kaldırılışıdır. Gerisi, duyarlık, duygu ve düşüncede tüm insan gizilliğinin ortaya serilmesi, insanı kendi gerçekliğini kendi dünyası yapması — bu varlığın hiçbir dışsallığa gereksinmeyen kendi iç tılsımıdır.

 

1. Tarih Kavramı
2. Us Çağı
3. Aydınlanma ve Romantizm

(C) Aziz Yardımlı, 1998-9 / İdea Yayınevi