‘‘İnsanlığın
eğri tahtasından doğru hiçbirşey yapılamaz.’’
— Immanuel Kant, Salt Us
Sınırları İçersinde Din. |
Ve gene de modern dünyada
yalnızca Türkiye ve birkaç Batılı ülke eksiksiz duyunç ve istenç Özgürlüğünü kavramıştır. Bu bir daha saltık olarak geriye alınamayacak gerçek
İlerlemedir, çünkü insanların ruhlarında ve uslarında birlikte
yer almıştır, istenen ve o denli de bilinen törelliktir.
İnsan usu bilgiyi — gerçekliği — yalnızca doğrulayabilir. Ve bir kez kazanılan
Özgürlükten vazgeçmek ancak İstencin kendisinden vazgeçmek denli olanaklıdır.
Tüm sorun henüz salt bir ilke olan bu gerçekliğe, bu özgürlüğe
yaşamın tüm türlülüğünde tam hakkını verebilmek, onu milyonların bilincinde
açındırmak, onunla tutarlı her kıpının ortaya çıkışından ve onunla tutarsız
her kıpının ortadan yitişinden oluşan süreci özbilinçli kılmayı başarmaktır.
Ulusun törel yaşamı ne denli özgürse, Devleti de o denli yasaya bağlı,
barışsever ve türelidir, insanlık için o denli az tehlikelidir. Yurttaş
ne denli duyunçlu ve erdemli ise, devletini o denli kendi istencinin anlatımı
yapar, ona onu ezen yabancı bir güç olarak değil ama kendi istencinin
anlatımı olarak bakar. Evrik olarak, ulusun törel karakteri ne denli zayıfsa,
devleti o denli zayıf, yasa o denli anlamsız, şiddet o denli kaçınılmazdır.
Devlet uygarlık
değildir. İnsan doğasının sonsuz değeri karşısında, Devlet insanın henüz
çirkinlik, sevgisizlik, ve bilgisizlik durumunu geride bırakamadığını
kanıtlar. Güç, şiddet, yokedicilik gibi delilikler devletin işlevleri
arasında bulunur, ve varoluşlarında insanlığın henüz ne denli az büyüdüğünü
gösterirler. Devletin tarihsel usun başyapıtı olmasına karşın, ve yasa
egemenliğinin toplumsal insanın türesi, onuru, ve büyüklüğü olmasına karşın,
aynı zamanda insan zayıflığına da tanıklık eden bu başyapıt en sonunda
uygarlığın başından atması gereken bir gerilik belgesidir. İdealizm devletin
usun son sözü olmadığını bildirir: İnsanlık insan doğasının ereğidir :: Humanität
ist der Zweck der Menschennatur (Herder:
1744-1803). Tam olarak gelişmiş insan Devlet gibi bir saçmalığa
gereksinmez. Yurttaş ve İnsan bir ve aynı
değildir. Yurttaş mülkiyeti yoluyla, içselleşmiş duyuncu
yoluyla, ve toplumsal yasası yoluyla İnsan olmanın altına ve gerisine
düşer. Henüz kendini gerçek kendisi olarak belirlememiş olduğunu,
henüz tüm tinsel içeriğini üretmemiş olduğunu gösterir. Yurttaş nesnede güzellik değil ama mülkiyet görür; insanda sevilecek bir ruh değil ama sömürülecek bir beden görür; bilgide gerçeklik değil ama yararlık görür. Yurttaş kavramı bir tecimci kavramından,
ve yurttaş toplumu ya da sivil toplum kavramı bir çarşamba pazarından
daha onurlu ve değerli değildir. Yurttaş mülkiyet ilişkilerinde — alış-verişte
— özgürdür, ve onun varoluşunda duyunç ve yasa özsel olarak böyle özgürlüğe
uyarlanırlar, özsel olarak mülkiyeti güvence altına almanın yollarına
indirgenirler. Yurttaş kavramının kendisi bireylerin henüz yarışıp çekiştiklerini,
itişip kakıştıklarını, henüz saldırganlığa ve yokediciliğe son vermediklerini
doğrular, henüz nefretin gizini öğrenemediklerini imler. Henüz Hak kavramına
tam hakkını veremediklerini, henüz İnsan Hakları İdeasının ulusların ve
bireylerin uslarında belirtikleşmediğini imler. Eğer
kişinin eksiksiz doğa ve kavram betimlemeleri ya da belirlenimleri olsaydı,
o zaman hiçbir yasaya gereksinimi olmazdı :: Hätte man vollkommene Natur-
und Begriffsbeschreibungen - Bestimmungen, so hätte man keine Gesetze
nötig. (Novalis:
1772-1801; Neue Fragmente, 2238.) |
Immanuel
Kant da her kuşkucu gibi insanların ussal varlıklar oldukları gerçeğini
yadsır. İnsana güvensizliği zemininde, savaşın, türesizliğin, nefretin ortadan
kalkacağını kavraması olanaksızdır. Yalnızca, her kuşkucu gibi, kendi eğri
tahtasını genelleştirir. Her kuşkucu aydın gibi, insanlığa kendini eğitmesi
olanaksız, yalnızca aldatılması olanaklı bir sürü olarak bakar. Onun irrasyonalist
kalıtı ile uyum içinde, daha yakın zamanların irrasyonalizmi tüm özgürlük
girişiminin yalnızca reddedilmesi gereken tehlikeli bir komplo olduğu vargısını
çıkarır. Kuşkucu kişiliğin idealizmden nefreti mantıksız bir özenç sorunu
değildir. Zorunludur. |
Özgür ülkeler hiç kuşkusuz kendi aralarında uyumlu ve sağduyulu türdeş
bir kütle oluşturmazlar. Her birinin tüm başkalarından ayrı bir ulusal
birey olması ilişkilerinin dostluk değil ama düşmanlık, sevgi değil ama
nefret ilişkisi olması demektir. Başka bir deyişle, sorunlarının çözümünün
en sonunda ancak şiddet yoluyla olanaklı olması demektir.
Ve özgür saldırganlar olarak, henüz kavramdan yaşama bütünüyle çevrilmemiş
özgürlükleri ayrımlarının ve ayrılıklarının, giderek karşıtlıklarının
ve düşmanlıklarının zeminidir. Kendi içlerinde de insanlık değerlerinin
gerçekleşmesini sağlamayı başaramazlar. Tümünde de türesizlik, haksızlık,
sömürü, militarizm, ırkçılık, şiddet henüz yaygındır. Tümünde de modernizme
özünlü tüm sorunlar us ve tutku arasındaki çatışmanın modern kaynaklarından
her gün yeniden doğarlar. Serbest pazar ya da denetimsiz, hükümetsiz,
duyunçsuz anamalcılık tini henüz yabanıl insan doğasının en gürültülü
sesidir.
Ama tümüne de ortak olan olgu aynı tarihsel üstünlüktür, ve ancak özgür
toplumlarda us ve usdışı, gerçeklik ve yalan, doğru ve eğri, Eros ve Ölüm
İçgüdüsü arasındaki kavgada birincilerin üstün çıkması olanağı vardır
— bir olanak ki, ussallığın bilincinin kazanılması ölçüsünde zorunluğu
imler, edimselleşmesi usun kaçınılmaz vargısıdır. Buna karşı, özgür olmayan
toplumlarda — şeylerin değil ama insanların yönetildiği tiranlık alanlarında
— kavga henüz yalnızca özgür-olmayan bölüngüler arasındadır, despotun
despotla, yokediciliğin yokedicilikle kavgasıdır.
|
Özgürlük İlkesinin insanların bilinçlerine yerleşmesi, tinsel özü tüm belirlenimlerinde baştan sona yeniden biçimlendirmesi, varoluşu yeni
kavramlar, yeni değerler, yeni beğeniler yoluyla — en sonunda gerçeklik,
iyilik ve güzellik kavramları yoluyla — algılayan saltık
bakış açısının egemenlik kazanması dirençsiz bir süreç değildir.
Direnç tinsel özün kendisinin süredurumudur. Ama insanın değişimi, her
değişim durumunda olduğu gibi, eskiyi ve yeniyi, baskıyı ve özgürlüğü,
tutucu ve ilerici eğilimleri birlikte içeren bir süreçtir. Tam olarak
içinde yer aldığımız, yaşadığımız savaşımdır. İlkesi olan törel özgürlüğün
gücünden ötürü, gerçek olanın yanlış olan üzerindeki sonsuz üstünlüğünden
ötürü, böyle ilerleme tersinmez bir süreçtir. Tutucu eğilimler olan biteni,
değişimin yer aldığını algıladıkları zaman iş işten geçmiş, değişim çoktandır
bilinçlerde bir daha geri alınamayacak denli ilerlemiştir.
Özgürlük İlkesi ilkin yalnızca ilkedir. Tüm tarihin
üretebildiği en değerli, en ussal, en tam kavramdır. Yalındır. Tüm anlamı
şudur: Salt bir insan olduğum için başka hiçbir insan bana egemen olamaz. Bütün bir Asya bugün bile bu kavramın bilincinde değildir. Antik Yunanistan’da
Platon ve Aristoteles’in kendileri bu kavramın bilincinde değillerdi.
Avrupa’nın Orta Çağlarında insanlar toprak ile birlikte mal olarak alınıp
satılırdı. Hıristiyan Kilise ve Derebeyler kulları olarak gördükleri insanların
duyunçları ve istençleri üzerinde kendi haklarını ileri sürerlerdi.
Tarihin tüm ilerlemesi, insanlığın tüm öz-bilinçsiz gelişimi, usun tüm
hilesi bu özgürlük kavramını doğuşunu hedefler. Bu uygarlığın gerçek gelişimini
tanımlayan ilkedir. Ve bu gelişimi evrensel istenç ya da yasa egemenliği
güvence altına alır.
Yasanın
egemen olduğu Devlette sözde aydınlık modern çağı karanlık orta çağlardan
da karanlık yapan anamalcılık tinine, bilim düşmanlığında skolastik kilisenin
gericiliğinden hiç de geri kalmayan pozitivizme, son yüzyılı bir yokedicilik
yüzyılı yapan sadizmin eline oynayan nihilizme kafa tutabilir, ve tümünün
de hakkından gelebilirim, çünkü Yasa benimdir, benim bin yıllarca süren
emeğimin kazanımıdır, benim usumun utkusudur, ve tüm o karanlığı bir daha
geri dönmeyecek bir yolda ortadan kaldırmamı sağlayacak biricik zemindir.
Çünkü
Yasanın egemen olduğu
Devlette —
(1) özgürce Güzel Sanat yapabilirim. Hiç kimse beni kübist
çirkinliğe güzel demeye, beğeni yetimin kendisini yoketmeye zorlayamaz.
Orada dilediğim gibi besteler ve tablolar yapabilir, şiirler ve senfoniler
yazabilirim. Beni sınırlayacak ve sanatımı realist bir devlet sanatı olmaya,
politik bir propaganda aracına çevirmeye zorlayacak hiçbir güç yoktur.
Orada sanatımı kurumsallaşmış dinin hizmetine zorlayacak teokratik bir
güç de yoktur. Orada sanatımı meşru sömürünün hizmetine zorlayacak, reklam
işleyimine köleleştirecek , anlamsız bir tüketim ayinini kızıştırmaya
zorlayacak hiçbir güç yoktur.
Orada (2) özgürce sevebilirim. Duyuncumun tam
olgunluğu ve özgürlüğü ile doğru ve türeli bulduğuma inanabilir, duygumun
sonsuzluğu ile varoluşun anlamsızlığını yener ve varolmanın anlamına sarılabilir,
sevilmeye yetenekli herşeyi sevebilirim. Orada inancım duyuncumun enginliği
denli engin olabilir. Orada varolmanın, insan olmanın en yüksek anlamını
duyabilirim. Orada bana neyi inanmam gerektiğini öğretmeye çalışan ideolojinin
kendisini iyileştirebilirim.
Orada (3) özgürce Felsefe yapabilirim. Düşüncemin
saltık gücüyle her olguyu çözümleyebilir, kavrayabilir, bilebilirim. Kendinde-şey gibi bilinemez saçmalıklara güler geçerim. Özgürce Fizik,
Matematik vb. öğrenebilir, Doğanın görkemli ussallığını kavrayabilir,
düşüncemin sonsuz gücüyle sonsuz gerçekliğin kendisine ulaşabilirim. Usumun
doğrulamadığı her saçmalığı bir yana atar, usumun doğruladığı her gerçekliği
özgürce yaşarım.
Orada bütün insan
olmamın önündeki, Duyarlığımın,
Duygumun, ve Düşüncemin tüm gizilliğini
edimselleştirmenin önündeki her engeli kaldırdığım için, özgür olmaya
özgürümdür. Orada insanlık dışı anamalcılığın ve savaşçılığın kendilerini
ortadan kaldırmak için, bu insan ilkelliklerini insanların uslarından
ve ruhlarından silip atabilmek için sonuna dek özgürümdür. Tüm tinsellik
üzerindeki bu hakkım geri alınamayacak denli güçlüdür.
Orada tüm insanlığın
bütün bir tarih boyunca ürettiği duyarlık, duygu ve düşünce birikimi tükenmez
erke kaynağımdır, tümü de benimdir, çünkü ben kendim bu birikimden başka
birşey değilimdir. Hiçbir ulusal, hiçbir etnik, hiçbir ırksal görüngü
bu evrensel değerler birikimine ait değildir. Bu yüzden gerçekten yeni
olan geleceği yalnızca ve yalnızca gerçekten yeni olandan, hiçbir zaman
eskimeyen bengi insanlık değerlerinin tözünden şekillendirebilirim. Bunun
dışındaki her yerelliği, her zamansallığı, her sonluluğu reddederim.
Orada beni şuna
ya da buna inanmaya zorlayan hiçbir güç yoktur. Orada beni inakçı olmaya
zorlayan hiçbir skolastik baskı yoktur. Orada beni kuşkucu olmaya zorlayan
hiçbir akademik-kurumsal baskı da yoktur. Tüm böyle aptallığa gülüp geçerim.
Orada politik istencime engel olabilecek bir Bir ya da Birileri yoktur. Orada yasamı tam olarak kendi duyuncumun ve istencimin buyurduğu
gibi belirleyebilirim. Orada türesizliğe karşı tüm gücümle sonuna dek
savaşabilirim. Orada eğer doğru bulmazsam her yasayı insana daha yaraşır,
daha ussal, daha özgür olan bir başkasıyla değiştirebilirim. Bunu ancak
evrensel istencin egemen olduğu ülkelerde, insanı özgür bir varlık olarak
sonsuz, sınırsız, koşulsuz özü ve değeri içinde tanıyan uygar bir tinde
yapabilirim. İran’da ya da Suudi Arabistan’da, Çin’de ya da Kuzey Kore’de,
insanın inancın özgürlüğünde değil ama ideolojinin despotizmi altında
tutulduğu barbarlık ortamlarında yapamam. Katolik ya da Budist tinin denetimi
altında da yapamam. Bir de, belki de, kübist, nihilist ve pozitivist bilinçlerde
yapamam.
Orada ussal istencime,
özgürlüğüme engel olabilecek hiçbir güç yoktur. Orada biricik engel bilgisizlik,
duygusuzluk, duyarsızlıktır. Ama yenmeyi istediğim şeyler de tam olarak
bunlardır.
Evrensel İstencin
egemenliğinin biricik üstünlüğü onun özbilinçli özgürlüğü altında
insanların şiddeti bir yana atmaları ve toplumsal sorunlarını zora
başvurmadan çözmeyi kabul etmiş olmalarında yatar. Yalnızca şiddete ve
nefrete özünlü ruhsal yatkınlığı ile soyutlamacı entellektüel bu kuralın
dışındadır, ve ona barışı rahatsız etmedikçe yozlaşması, çirkinleşmesi,
bağırıp çağırması için gerekli özgürlük alanı tanınır. Bu yüzden politikayı
güvenle barışçıl evrensel istencin kararına bırakırım, kimin devletin
bürokratik işlerini üstleneceğine çok fazla aldırmam çünkü en yabanıl
kişiliklerin bile evrensel istence baş kaldıramayacaklarını, orada zorunlu
olarak kendilerine çeki düzen vereceklerini bilirim. Saltık olarak belirleyici
politikanın Sanatta, Yürekte, ve Felsefede yapıldığını bilirim. Ulusların,
bütün bir dünyanın, bütün bir insanlığın yazgısının bugüne dek yalnızca
ve yalnızca bu saltık gerçeklikler alanında belirlendiğini ve bundan sonra
da orada belirleneceğini bilirim. İnsanların eğitimsizliğinin sanatta,
duyguda ve felsefede eğitimsizlik olduğunu bilirim. Ve güzelliğin, sevginin
ve bilginin insanın gerçek belirlenimi olduğunu bilirim. |
|
|
|